Philipp Mainländer, Hegel ve Schopenhauer Felsefesinden izler taşıyan ve bu iki Felsefeyi sentezleyen bir Filozoftur. En önemli başyapıtı olan Das Philosophie der Örlosung adlı eserinde, özellikle önsözünde, Felsefesinin temelde ele aldığı konular:Uygarlıkların Tarihsel İncelemesi(bkz. Foucault’ nun Arşiv mefhumu içerisinde Arkeoloji yapma önermesi) , Hristiyanlık gibi kolektif dinlerin ahlakî boyutudur. Bu yazımızda, Mainländer’ın Ahlak Felsefesi ve İntiharın Etik Boyutu hakkında konuşacağız:
🖋 Mainlander ve Ahlak Felsefesi:
- Mainländer ve İntihar: Mainländer, ölümü sadece zamansallıktan ayırıp tanımlayan bir Filozof değildi. Epiküros; ” Biz varken ölüm yok, ölüm varken biz yokuz. ” sözü ile aslında ölüm korkusundan daha değerli hakikatlerin olduğunu(bkz. Ayn Rand’ın Hakikat kavramı) savunuyordu. Fakat Epikür, özne olan bizin sonsuz özgürlük sebebi ile “ kaygı” duyabileceği ihtimali yerine insan varoluşunda ölümün insan( tez) için bir Anti- Tez bile oluşturmadığını savunmuştu. Kierkegaard ise insanın sonluluk( ölüm) ile sonsuzluk( Yaşama İstenci mefhumu⇒Arthur Schopenhauer) arasında bir diyalektik oluşturduğunu söyler.Arthur Schopenhauer ise, insanın ölümü bir “ nihai nötrlük” olarak görmesi gerektiğini, yani insan yaşarken alabileceği muhtemel olumlu hazlardan mahrum kalsa da acısı artık sonsuza dek bittiği için nihai bir acısızlığa “ kavuşma” gözüyle bakılması gerektiğini söyler. Mainländer da Schopenhauer’in bu fikrinden etkilenerek, kendi Felsefesine de adını verdiği, “ Kurtuluş” mefhumunu oluşturuştur. Bireyin kendiliğinin mevcudiyetindeki tüm formellerden ve varoluşundan vazgeçerek kendini öldürmesi Mainländer’a göre gerçek bir kurtuluştur.
🖋 Günümüzde intihar, özellikle bilginin kırılgan oluşunu sağlayan üst yapılar, tarafından bireyin “ aşırı korkunun zihni sarması ve bu fikrî buhranda yenik düşerek korkak bir şekilde ölmesi” şeklinde bireye anlatılır. Hâlbuki intihar, aslında insanın hayattayken anlam verdiği şeyleri Nihilistçe bir tavırla ona bir anda Gayrıbilişsellik atfetmesidir( bkz. Kierkegaard’ ın Estetik Aşaması) . Birey, bu gibi durumlarda genelde birden fazla yol ile karşılaşacaktır: Ya Kierkegaard ve Tertuillan gibi Filozofların Credo Quia Absurdum( İnanıyorum çünkü saçmadır. ) doktrini ile intihardan vazgeçecektir, ya Mainländer’ın “ Kurtuluş” doktrini ile gerçekten de hayattayken anlam yüklediği şeylere Gayribilişsellik atfedecektir; ya Cioran gibi bir Nihilist olacak fakat yine de varoluşundan vazgeçmeyecektir, ya da Albert Camus’nün Sisyphos’ unu mutlu olarak idealize edecek ya da Sartre gibi hayatta kendine yeni bir anlam inşa edecektir. Ya da Ayn Rand’ ın “ Ego” doktrini ile benliğini rasyonal bir şekilde inşa etmeye devam edecektir. İntiharın etik yönünü bu Filozoflar ile ele alalım:
•İntihar ve Kierkegaard:
🖋 Kierkegaard’a göre insan, sonluluk ile sonsuzluğun diyalektiği olan bir varlıktır. Kierkegaard, özellikle Korku ve Titreme adlı eserinde anlattığı üzere, İbrahim’ in oğlu İshak’ ı kurban etmeye çalışmasını, Tanrı’ nın Ontolojik ve Epistemik olarak rasyonal olmasa da ona inanmayı seçtiğini vurgular( Bkz. “ … çünkü inanan insan, her zaman üstün olmuştur) . İnsan, Estetik Aşamadan İman Aşamasına geçer ve burada “ İman Şövalyesi” olarak, İman Şövalyesi Üstinsan gibi insanlar tarafından hemen anlaşılmaz ve gizlidir, hayatı olumlamaya başlar. İnsan, korku hissettiği anlarda aslında sonsuz özgürlüğünün farkına varır ve intihar edebilme olanağına sahip oluşundan korkar. Bunu aslında Conatus( bkz. Spinoza) ile açıklamaya çalışırsak, varlık kendinde bir irade taşıdığının farkındadır. Burada asıl sormamız gereken soru, imanın Ahlakî açıdan bağlayıcılığıdır.
🖋 İman, genellikle Ahlakî- Super- Naturalisttir. Kierkegaard’a göre insan, iman etmeden de sevebilir fakat sevmeden iman edemez. Yani Agape aşk için birey kendi değerlerini “ kendiliğine” katabilmelidir ve böyle Tanrı’ yı sevebilir. İman eden kişiler, bazen rasyonal bulmasa da; ki İbrahim de İshak için bir şüpheye düşmüştü, Tanrı’ yı en erdemli olarak görürler( Örneğin; Aristoteles’in Varlık dizininde en üst güzelliklerin Tanrı’ da varoluşu( bkz. Metafizik, Aristoteles) , Descartes’ ın kusurun zıtlığı ve en mükemmel ilkesi( bkz. Discours De La Méthode, Descartes) ve Hassas Ayar Argümanı buna örnek gösterilebilir. ) . Bunun nedeni Sokrates’ in “ Erdem=Bilgi” öğretisidir ve dolayısı ile en bilgili olan Tanrı en erdemli de olacaktır. Tanrı’ nın oluşturduğu nesneler ile iletişim kurması, aslında Deleuze’ ün “ iletişim” tanımı ile benzerlik göstermektedir: Karşımızdaki özne, bizimle iletişim kurarken aslında bize neye inanmamız gerektiğini bildirmesidir. Yani bu bizi İlahi Buyruk Teorisine götürerek diyebiliriz ki Tanrı aslında bizim için en iyi olanı( bkz. Mümkün Dünyalar) seçmektedir. Dolayısı ile insana, hayatta acıdan arınma (bkz. Stoacılar ve Epikürosçular; İlkçağ Felsefe Tarihi, Ahmet Arslan) ve hayatı olumlayış( bkz. Nietzsche)gereklidir. Yani insanın intihar etmesi, aslında onun hayattaki muhtemel hazlardan vazgeçmesi demektir ve Kierkegaard’ a göre bir insan kendisini bi’ nevî intihara götüren eylemlerden Epikürosçu ve Stoacı bir bakış ile reddetmelidir. Bu akla en uygun olandır ve Aristoteles’ in “ The Virtue of Ethic” ( Erdem Etiği) doktrinine uymaktır.
b. Ayn Rand ve İntihar:
🖋 Günümüz ABD’ sinin gelişim sürecindeki, özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası Amerika’ nın, İndividüalist fikirleri ile etkileyen Ayn Rand, hayatta objektif değer bulma ve Siyaset Felsefesi gibi konularda Aristoteles’ ten etkilenmiştir. Zira kendisi onun için “ En büyük Filozof” demektedir. Etik ve Rasyonal bir Egoizm savunan Ayn Rand, Ahlak için hayatta rasyonal bir yol izleyerek ve Egoist bir şekilde objektif değerlerin keşfidir. Aynı ismi taşıyan “ Objektivizm” adını verdiği Felsefesi, bu tanımdan gelmektedir. Ona göre Ahlaki kurallar bireyin dışındadır ve bu konuda kendisinin “ Neo- Mistik” olarak nitelendirdiği ve Felsefesinde oldukça büyük etkileri olan Friedrich Nietzsche ile farklı bir fikir tekamülü vardır. Bu, Rand’ ı bir Normatif Realist ve Pratik Bakış Açısı’ na sahip biri yapmaktadır( bkz. Sharon Street) . Benzer bir şekilde Aristoteles, “ Nikomakhos’ a Etik” adlı eserinde bireylerin ahlakı kendi lehine kullanabilmek adına bireyin kendi dışında objektif değerlerin olmadığını söylemektedir. Ayn Rand’ a göre bireyin intihar etmemek için nedenlerinden birisi sevdiklerinin mutluluğu olmalıdır. Atlas Silkindi romanında dediği gibi ideal bir insan;kendi için başkasını, başkası için de kendini feda etmemelidir. İntihar etmemiz durumunda genelde en yakın olduğumuz insanlar üzüleceği için, burada Egoist bir şekilde düşünürsek hem kendi hayatımıza son vermiş hem de yakınlarımıza acı vermiş olacağımızdan intihar, ne kadar rasyonal dursa da ondan daha iyi bir ihtimal olan “ akılcı ve bireyci” bir yaşamı seçmek idealdir. Yani insan, bu durumda intihar etmek yerine objektif değerlerin keşfine odaklanmalıdır. John Stuart Mill’ in Pragmatizm Felsefesinden hareketle diyebiliriz ki, Ayn Rand’ a göre insan, hayatına son verirken aslında daha iyi bir yaşamı( bkz. Eudomonia⇒Aristoteles) da reddetmektedir. Varlığın yok olmak için varolduğunu, savunan Mainländer( bkz. Bu doktrinin benzerini Ahlakî Ontolojide John Leslie Mackie tarafından ortaya atılan “ Hata Teorisi” nde görürüz) ; aslında ahlakî değerlerinde “ kurtuluş” için reddeder. Dolayısı ile Ayn Rand ve Mainländer’ in yaşamı sevmek ve ona tutunmak için( bkz. Amor Fati⇒Nietzsche) farklı fikirleri vardır.
🖋 Camus ve Sartre Felsefesinde İntihar:
🖋 Sartre’ in Felsefesinde intiharın iki yönü bulunmaktadır: İnsan, ya yaşamın absürtlüğüne karşı bir eylem olarak filizlenebilir( ancak yine de Sartre, bu durumda intiharı nihai “ Kurtuluş” olarak görmez ve bu konuda Mainländer ile farklı fikirleri mevcuttur) ya da bireyin sonsuz özgürlüklerini ve “ otantik” yaşam idealini reddetmek için intihara meylettiğini( Sartre, bunu “ kötü niyet” mefhumuyla açıklar; özne, bu gibi durumlarda genelde yaşamayı ve anlam inşa etmeyi tercih etmelidir( bkz. “ Bulantı” adlı eserinde Roquentin karakterinin otantik yaşamı seçmesi) söyler. Sartre, aslında bu konuda Ayn Rand ile yakınlaşmakta ve bireyin çıkış noktası olarak ölümü değil, yaşamayı seçmesi gerektiğini söyler. Ahlakî açıdan Ahlakî- İnşacı olarak tanımlayabileceğimiz Sartre ile Ahlakî- Realist olarak tanımlayabileceğimiz Rand’ ın, intihar konusunda ahlakî olarak görüşlerini dile getirmek gerekirse aslında ikisinin de Aristoteles’ in “ Eudomonia”fikrinden etkilendiklerini; fakat Philipp Mainländer ile farklı olarak intiharın,hayattaki muhtemel tutumsal hazlardan da( bkz. Bradd Bloomfeld) mahrum bırakacağını söyler. Mainländer ise bunun bireyin mümkün olanlar arasından en iyisinin bu olduğunu( bkz. Leibniz) söyler ve intiharı bireyin en üst merhalesi olarak görür. Varlığın yok olacağını savunan Mainländer dolayısı ile varlığa ilişkin her mefhumun da yok edilmesi gerektiğini( bkz. Max Stirner) söyler.
🖋 İntihar ve Albert Camus:
🖋 Albert Camus, intihar’ a karşı onun aslında her gün seçilmeyen bir seçenek olduğunu söyler: Birey, her gün uyandığında iki yol karşısında durur, ya intihar edecek ya da yaşayacaktır( Diyebiliriz ki, bu açıklama, Toplum Sözleşmesi idealinin gerekliliğidir. Çünkü insanlar, yaşamlarını sadece başkalarından değil kendinden de korumak ister ve bu sayede “ devlet” oluşumu ortaya çıkar) . Ayrıca intihar’ ı Felsefe’ nin en önemli sorusu olarak gören Camus ( bkz. Sisyphos Söyleni, Albert Camus) , intihar’ ı yine de nihaî bir seçenek olarak görmez. Onu, tanımlanması ve insanın varoluşunda nasıl bir tutum sergileyeceğimizi belirlemek için sorgularız. Camus, intiharı varoluşumuzdan beri mücadelesini verdiğimiz Absürdizm’e yenilgi olarak görür. Diyebiliriz ki bu birey’ in kendini bi’ nevî feda etmesidir ve bu bireyin bencilliğine aykırıdır( bkz. Ayn Rand ve Objektivizm) . Yani Albert Camus, intiharı bir çözüm yerine bir “ ben” in Anti- Tez’ i olarak görür ve bu durumda yapmamız gereken Sisyphos gibi ne kadar saçma olsa da yaşamaya ve anlam üretmeye devam etmektir( bkz. Bu “ saçma olduğu için inanıyorum” doktrini ile mefhumsal benzerlik gösterir ve Camus’ nün bu doktrini Aurelius’ un bahsettiği “ kendiliğini koruma” ve Kierkegaard’ ın “ kendini sevme” ile benzerlik gösterir) . İntihar, aslında fenomenal benliğimizin olduğu kadar varoluşsal yalnızlığımızın da kolektif bir hâle bürünmesidir ve “ ben” e saygısızlıktır.
🖋 Camus ve Mainländer ideal “ Cogito” yu inşa ederken Camus bunun yaşamak ve anlam üretmek ile mümkün olabileceğini savunurken Mainländer ise kayıtsız bir acıdan arınma( bkz. Ataraxia⇒Epiküros) olarak tanımlar.
🖋 Cioran ve İntihar:
🖋 “ Her kitap, ertelenmiş bir intihardır. “ diyen Cioran, insanın daimî bir varoluşsal yalnızlığa mahkum olduğunu ( “ Qualia” dan dolayı) ve bu mücadele içerisinde yapılabilecek şeylerden birinin( Monadlar sayesinde) yazmak olduğunu( bkz. Arthur Schopenhauer) söyler. İnsan, doğmak ve dolayısıyla varolmaktan dolayı bi’ nevî bir suçludur fakat yine de ( Camus ve Sartre’ a benzer bir şekilde) yaşamayı bir mücadele olarak görmekte ve intiharı nihaî çözüm olarak görmemektedir.
🖋 Camus ve Sartre’ dan farklı bir fikir tekamülüne sahip olan Filozof, yaşamayı aslında bir edimin dışavurumu olarak yorumlamıştır: İntihar fikri, her daim insan zihninin bir köşesinde durmaktadır ve insanların çoğu intihar’ ı anlamsız hayattan kurtuluş olarak görmektedir çünkü yaşama istekleri kalmamıştır. Fakat Cioran, aslında hâlâ intihar edebilecek bir edime sahip olduğumuzu ve aslında sonsuz bir özgürlüğe sahip olduğumuzu( bkz. Kierkegaard) söyler. Acıdan kurtuluşu intihar, yani bireyin kendi isteği ile benliğinden vazgeçmesi değil; ölüm olarak görmektedir ve hem Kinik hem Epikürosçu bir tavırla ölüm korkusunun anlamsız olduğunu ve bu korkunun doğum anında vücud bulan endişemizin geleceğe yansımasından dolayı olduğunu, söyler. İnsanın daimi bir umutsuzluk duyma sebebi aslında insanın zamansal bir varlık oluşudur.
🖋 İnsanın intiharı kurtuluş olarak görmesi aslında diğer Varoluşçu Filozoflar gibi benliğe saygısızlık olarak gören Filozof için intiharı aslında Ahlakî bir şekilde ele aldığını söyleyebiliriz. Çünkü intiharı bir fırsat olarak gören Filozof, bireyin yaşama mücadelesini devam ettirecek bir fikir olarak görmüştür. Ayrıca Cioran, bireyin intiharı mutlak bir çözüm olarak değil; onun üzerine düşünmemiz ve sorgulamamız gereken bir mefhum olarak görmüştür. Yani Cioran’ a göre özne, dünyayı olduğu gibi algılamalıdır( bkz. Immanuel Kant) . Aslında yaşam ne kadar saçma olsa da bireyin intihar etmeyişi, onun anlam üretme istencinden kaynaklanır ve her ne kadar dünyayı olduğu gibi algılayıp kabullense de aslında onu değiştirebilme etkisi vardır( bkz. Arthur Schopenhauer) . İntihar konusunda Mainländer ile fikirleri çok benzer olan Cioran, intiharı Pratik olarak vücuda gelmesiyle değil; fikren düşünme ve tasarım ile gerçekleşebileceğini savunmuştur.
Sonuç:
İntihar konusunda Filozoflar, genellikle onu Wittgenstein’ in Din ve Ahlak konusundaki görüşlerine benzer bir şekilde dil ile ifade olunamamasının onun değerinin azalmadığı; bu durumun dilin sınırlılığından dolayı olduğunu söylerler. Mainländer, intiharı tamamî ile ahlaklı olduğunu, söyleyerek bir Ahlakî- Anti- Realist; Ayn Rand, Camus, Kierkegaard ve Sartre gibi Filozoflar ise intiharın genelde bireyin kendilik bilincine saygısızlık olarak nitelendirmektedir. Bu durumda bir Ahlakî- İnşacılık görmekte ve bireyin yaşama evet deme ve onu kucaklama hâlinde ( bkz. Amor Fati⇒Nietzsche) olması gerektiğini söylerler.