Özgür İradeye Sahip Miyiz?

Yazar: Benjamin Libet

Çeviren: Düşünen Şey

Bu soruya deneysel bir yaklaşımla yaklaştım. Özgürce gönüllü eylemler, eylemden 550 milisaniye önce başlayan belirli bir elektriksel değişimle (beyindeki “hazırlık potansiyeli”, RP) önceden gerçekleşir. İnsan denekler, harekete geçme niyetinin farkına RP başladıktan 350–400 ms sonra, ama motor eylemden 200 ms önce varırlar. Dolayısıyla istemli süreç bilinçsizce başlatılmaktadır. Ancak bilinçli işlev hâlâ sonucu kontrol edebilir; eylemi veto edebilir. Dolayısıyla özgür irade dışlanmış değildir. Bu bulgular, özgür iradenin nasıl işleyebileceğine dair görüşlere sınırlar getirir; özgür irade gönüllü bir eylemi başlatmaz ama eylemin gerçekleşmesini kontrol edebilir. Bulgular ayrıca suçluluk ve sorumluluk hakkındaki görüşleri de etkiler.

Ama daha derin bir soru hâlâ kalmaktadır: Gönüllü özgür eylemler makro-deterministik yasalara mı tabidir, yoksa böyle kısıtlamalardan bağımsız, doğa yasalarınca belirlenmeden ve “gerçekten özgür” bir şekilde mi ortaya çıkabilir? Bu temel felsefi karşıtlıklar hakkında deneyselci bir görüş sunacağım.


Özgür irade sorusu, insan doğası ve evrenle, doğa yasalarıyla ilişkimize dair görüşlerimizin köküne iner. Acaba tamamen fiziksel yasaların determinist doğasıyla mı tanımlanıyoruz? Teolojik olarak dayatılmış bir kader inancı da ironik biçimde benzer bir sonuca yol açar. Her iki durumda da, bilinçli hislerimiz ve niyetlerimiz nedensel gücü olmayan yan ürünler olarak eklenmiş, özünde sofistike otomatlar olurduk. Yoksa seçim ve eylemlerimizde, bilinen fiziksel yasalarca tamamen belirlenmeyen, belli bir bağımsızlığa sahip miyiz?

Ben bu sorunun en azından bazı yönlerine deneysel bir yaklaşımla cevap vermeyi seçtim. Deneylerde özgür iradenin operasyonel tanımı, genel anlayışla uyumluydu. İlk olarak, incelenen gönüllü eylemin meydana gelmesini etkileyen herhangi bir dışsal kontrol ya da ipucu olmamalıydı; yani eylem içsel olmalıydı. İkinci olarak, denek eylemi kendi isteğiyle yaptığını hissetmeli, kendi inisiyatifiyle hareket ettiğini duymalı ve ne yaptığını, ne zaman yapacağını ya da yapmayacağını kontrol edebildiğini hissetmeliydi. Birçok eylem bu ikinci özelliğe sahip değildir. Örneğin, beynin primer motor alanı uyarıldığında vücudun bazı bölgelerinde kas kasılmaları meydana gelir. Ancak hasta (bir beyin cerrahisi hastası), bu eylemlerin uyarıcı tarafından dayatıldığını ve iradesiyle gerçekleşmediğini bildirir. Ayrıca, eylemlerle irade arasındaki bu tür bir ayrışmanın yaşandığı birçok klinik bozukluk vardır.

Şekil 1

Kendi kendine başlatılan gönüllü eylemlerden önceki hazırlık potansiyelleri (RP). Her yatay sıra, 40 denemenin bilgisayar tarafından ortalaması alınmış potansiyelini gösteriyor. DC sistemiyle, elektrot ya kafa derisinin orta çizgi-verteks noktasına (Cz) ya da sağ eli hareket ettiren motor/premotor kortikal alanın üzerindeki sol tarafa (Cc) yerleştirilerek kaydedildi. Her bir kendiliğinden yapılan hızlı sağ el (parmak veya bilek) bükülmesi, denek tarafından önceden planlama olmaksızın ve tamamen kendiliğinden ortaya çıkmış gibi deneyimlendiğinde, Tip II RP’ler kaydedildi. (Şekilde RP Tip I’de görülen verteks kayıtlı “ana negatif” fazın başlangıcını gösteren MN ok başları. Bkz. Libet ve ark. 1982). RP’nin toplam alanının %90’ı için başlangıç zamanları da ölçüldü. Eğer 40 denemeden bazılarında “gelecek bir saniye içinde” eyleme geçmeye dair genel bir niyet veya gevşek bir ön planlama bildirildiyse, Tip I RP’ler kaydedildi (Libet ve ark., 1982).

Son sütunda (S ile etiketlenmiş), her 40 denemede de cilde eşik yakın bir uyarı rastgele zamanlarda uygulandı. Denek bu zamanları bilmiyordu, herhangi bir motor eylem yapılmadı; denekten, her bir uyaranı fark ettiği zamanı, hareket etme isteğini fark ettiği zamanları bildirdiği gibi rapor etmesi istendi. Her sütundaki dikey çizgi “0 zamanı”nı gösterir: RP serilerinde kasın elektromiyogramının (EMG) başladığı anı veya S serisinde uyaranın gerçekten verildiği anı. Kesik yatay çizgi DC taban çizgisini temsil eder.

Denek S.S. için ilk RP (Tip I), “dürtünün kendiliğinden gelmesine izin ver” talimatı verilmeden önce kaydedildi; ikinci RP (Tip II), bu talimat verildikten sonra kaydedildi. Denekler G.L., S.B. ve B.D. için bu talimat tüm oturumların başında verildi. Yine de, bu deneklerin her biri 40 denemelik serilerin bazılarında gevşek bir ön planlama rapor etti; bu serilerde Tip II değil, Tip I RP’ler görüldü.

Şunu da not etmek gerekir: Kendi kendine başlatılan eylemlerden önce görülen yavaş negatif kayma, S serisindeki deri uyaranından önce gelmez. Ancak, uyaranı izleyen uyarılmış potansiyeller düzenli olarak yaklaşık +300 ms’de tepe yapan büyük bir pozitif bileşen sergiler (ok işaretli). Bu P300 olayı, başka araştırmacılar tarafından belirsiz olaylar hakkındaki kararlarla ilişkilendirilmiştir (bu durumda rastgele verilen uyaranın zamanı). Aynı zamanda deneğin deney koşullarına dikkatle odaklandığını da gösterir. Çarpıcı bir örnek ‘yabancı el sendromu’dur. Premotor alanın fronto-medial kısmında lezyon bulunan hastalarda, etkilenen taraftaki el ve kol, merak uyandırıcı, amaçlı eylemler gerçekleştirebilir; örneğin, denek gömleğini iliklemeye çalışırken, aynı elin düğmeleri çözmesi gibi. Tüm bunlar, deneğin niyeti veya iradesi olmadan ya da hatta bunlara karşı gerçekleşir.

Beyin Süreçlerinin Zamanlaması ve Bilinçli İrade

“Kendi hızında” yapılan gönüllü eylemlerin, şaşırtıcı bir şekilde, kafatası üzerinden kaydedilebilen yavaş bir elektriksel değişimle (Kornhuber & Deecke, 1965) önceden gerçekleştiği bulunmuştu. Bu elektriksel göstergenin başlaması, gerçek hareketten 1 saniyeye kadar önce olabiliyordu. Buna “hazırlık potansiyeli” (Bereitschaftspotential, RP) denildi. RP’yi elde etmek için birçok kendiliğinden yapılan eylemin kayıtlarının ortalaması gerekiyordu. Deneklerden bu yüzden, toplam çalışmayı yönetilebilir kılmak için eylemlerini 30 saniyelik aralıklar içinde yapmaları istendi. Ancak bizim deneylerimizde bu sınırlamayı kaldırdık; deneklerden bileğini istedikleri an, dürtü ya da istek hissettikleri zaman oynatmaları istendi. Bu gönüllü eylemler tamamen rastlantısal olarak, hiçbir dış sınırlama olmadan yapılacaktı (Libet ve ark., 1982). Bu tür eylemlerde RP’ler, ilgili kas aktive olmadan ortalama 550 ms önce başlamıştı (bkz. Şekil 1).

Beyin, bu gönüllü eylemde iradi süreci kas aktive olmadan çok önce başlatıyor görünüyordu. Buradaki sorum şuydu: Bilinçli istek ya da niyet (eylemi gerçekleştirme niyeti) ne zaman ortaya çıkıyor? Geleneksel özgür irade görüşüne göre, bilinçli istek RP’den önce veya RP’nin başında ortaya çıkmalı ve beyne planlanan eylemi gerçekleştirmesi için komut vermeliydi. Ancak bir eylemden 550 ms önce ortaya çıkması sezgisel olarak pek olası görünmüyordu. Bu nedenle, bilinçli niyetin zamanını RP’nin başlangıcına göre belirlemek çok önemliydi. Eğer bilinçli istek RP’nin başlamasından sonra ortaya çıkıyorsa, bu özgür irade anlayışımız üzerinde temel bir etkiye sahip olurdu.

Bu zaman ilişkisini belirlemek için, bilinçli isteğin her eylemde ortaya çıkış anını ölçmeye yarayacak bir yönteme ihtiyaç vardı. İlk başta bu bana imkânsız gibi görünmüştü. Ancak bir süre sonra denekten, harekete geçme isteğini ilk fark ettiği anı, bir “saat-zamanı” ile rapor etmesini istemeyi düşündüm (Libet ve ark., 1983a). Bu amaçla kullanılan saat, sıradan bir saatten çok daha hızlı olmalıydı; çünkü ölçülmek istenen fark yüzlerce milisaniyeydi. Bizim kullandığımız saat, katot ışını osiloskobunun ekrandaki ışık noktasının, sıradan bir saatin saniye ibresi gibi, fakat yaklaşık 25 kat daha hızlı bir şekilde dairesel dönmesiyle oluşturuldu. Böylece çevrede işaretlenen her “saniye” yaklaşık 40 ms’ye eşit oluyordu.

Bu yöntemi denediğimizde, şaşırtıcı bir şekilde, her deneğin “hareket etme isteğini ilk fark etme zamanı” (W) için, 40 denemelik her grup içinde yaklaşık 20 ms’lik bir güvenilirlikte rapor verdiğini gördük. Bu raporların doğruluğunu test etmek de cesaret vericiydi. Bu testte denek rahat kaldı ve hiçbir gönüllü eylem yapmadı. Bunun yerine, aynı elin derisine zayıf bir elektriksel uyaran uygulandı. Uyaran farklı denemelerde rastgele zamanlarda verildi.

Şekil 2

Osiloskop “saat”.

Işık noktası, ekranın çevresinde 2,56 saniyede bir (normal bir saatin saniye ibresinin 60 saniyede dönmesi yerine) döner. Çevrede işaretlenmiş her bir “saniye” (toplamda 60 işaret) burada 43 ms’ye karşılık gelir. Denek, bakışını ekranın merkezinde sabit tutar. Bileğini her hızlı büküşünde, tamamen kendi seçimine bağlı olarak, denekten hareket etme isteğini ya da niyetini ilk fark ettiği anda ışık noktasının saat üzerindeki konumunu not etmesi istenir. Bu ilişkili saat zamanı, denek tarafından daha sonra, deneme tamamlandığında bildirilir.


Gözlemciler her uyarının gerçek zamanını biliyordu. Denek ise bu zamanı bilmiyordu fakat her uyarıyı hissettiği “saat zamanını” rapor etmesi istenmişti. Denekler bu raporlamayı yalnızca –50 ms hata payıyla başardılar.


Deney

Asıl deneyde, her bir RP (hazırlık potansiyeli) 40 denemenin elektriksel kayıtlarının ortalamasından elde edildi. Bu denemelerin her birinde denek, bileğini istediği anda aniden bükme hareketi yaptı. Her denemenin ardından denek, hareket etme isteğini ilk fark ettiği anı gösteren saat zamanını (W) rapor etti (Libet ve ark., 1983a).


Beyin gönüllü eylemi bilinçsizce başlatıyor

Bu tür pek çok deneme grubunun sonuçları Şekil 3’te özetlenmiştir. Tüm gönüllü eylemlerin tamamen kendiliğinden, önceden planlama raporları olmadan yapıldığı gruplarda, RP’nin başlangıcı ortalama –550 ms olarak bulundu (kas aktive olmadan önce). Hareket etme isteğini ilk fark etme zamanları (W) ise ortalama –200 ms idi.

Şekil 3

Tamamen kendiliğinden başlatılan gönüllü bir eylemden önce gelen olayların (beyinsel ve öznel) sırası.

0 zamanına göre (kasın ani aktivasyonunun elektromiyogramı – EMG – ile tespit edilen an), hazırlık potansiyeli (RP, ilgili beyin nöron aktivitelerinin göstergesi), bazı ön planlama rapor edildiğinde yaklaşık –1050 ms’de (RP I), spontane eylemlerde ise yaklaşık –550 ms’de (RP II) başlar. Hareket etme isteğinin öznel farkındalığı (W) yaklaşık –200 ms’de ortaya çıkar; bu, RP II’nin başlamasından yaklaşık 350 ms sonradır. Ancak W, yine de hareketten (EMG) çok önce meydana gelir. Rastgele verilen deri uyaranının (S) farkındalığı için rapor edilen öznel zamanlar ise, gerçek veriliş zamanına kıyasla ortalama –50 ms civarındadır.

(Kaynak: Libet, 1989)


Tüm gruplar için bu değer aynıydı. Denekler eylemi ne zaman yapacaklarına dair kabaca ön planlama rapor etseler bile aynı sonuç bulundu. Deri uyaranlarının zaman raporlamasındaki –50 ms’lik hatayı W için düzelttiğimizde, ortalama düzeltilmiş W yaklaşık –150 ms olur. Yani, bu gönüllü eylem için beyin süreci (RP), bilinçli hareket etme isteği (W) ortaya çıkmadan yaklaşık 400 ms önce başlamıştı.

Bu durum, 40 denemelik tüm gruplar için ve incelenen dokuz deneğin her birinde doğruydu. Ayrıca, zaman farkının aslında 400 ms’den bile büyük olabileceği not edilmelidir; çünkü beyindeki gerçek başlatıcı süreç, bizim kaydettiğimiz RP’den daha önce, bilinmeyen bir bölgede başlar ve daha sonra serebral korteksteki tamamlayıcı motor alanı aktive eder. Tamamlayıcı motor alan, verteks yakınındaki orta çizgide bulunur ve kaydedilen RP’nin kaynağı olduğu düşünülmektedir.


Bilinçli İrade İçin Herhangi Bir Rol Var mı?

Özgürce gönüllü eylemin başlatılması beyinde bilinçsizce, kişi hareket etmek istediğini fark etmeden çok önce başlıyor gibi görünmektedir! Peki, o zaman gönüllü bir eylemin gerçekleştirilmesinde bilinçli iradenin hiç rolü var mı? (Bkz. Libet, 1985).

Bu soruya yanıt vermek için şunu kabul etmek gerekir: Bilinçli niyet (W), kas aktive olmadan yaklaşık 150 ms önce ortaya çıkar, her ne kadar RP’nin başlamasından sonra olsa da. Bu 150 ms’lik aralık, bilinçli işlevin iradi sürecin nihai sonucunu etkilemesi için yeterli bir zaman tanıyabilir. (Aslında bu etki için yalnızca 100 ms vardır. Kas aktive olmadan önceki son 50 ms, primer motor korteksin omurilik motor nöronlarını aktive etme zamanıdır. Bu sırada eylem geri kalan serebral korteks tarafından durdurulma imkânı olmadan tamamlanır.)

Bilinçli işlev için potansiyel olarak mevcut olan şey, iradi sürecin nihai ilerlemesini durdurma veya veto etme olasılığıdır; böylece hiçbir kas hareketi gerçekleşmez. Bilinçli irade bu şekilde iradi sürecin sonucunu etkileyebilir.

Bilinçsiz beyin süreçleriyle başlatılmış olsa da, bilinçli irade süreci durdurabilir ya da veto edebilir; böylece eylem gerçekleşmez.

Veto olasılığının varlığı kuşkusuzdur. Deneklerimiz bazen hareket etme isteği veya dürtüsü hissettiklerini, ancak bunu bastırdıklarını ya da veto ettiklerini rapor ettiler. Kas aktive olurken elektrik sinyali oluşmadığı için bilgisayar, vetodan önce gerçekleşmiş olabilecek herhangi bir RP’yi kaydedemezdi; bu nedenle, veto edilen bir niyetle ilişkili kaydedilmiş RP’ler yoktu. Ancak, deneklerin önceden belirlenmiş bir zamanda yapmayı planladıkları eylemleri de veto edebildiklerini gösterebildik. Onlar vetoyu, eylem zamanından 100–200 ms önce uygulayabiliyorlardı (Libet ve ark., 1983b). Bu veto öncesinde büyük bir RP gözlenmişti; bu da, deneğin gerçekten hareket etmeye hazırlandığını, ancak eylemin denek tarafından iptal edildiğini gösteriyordu.

Bunu sadece deneysel denekler değil, hepimiz yaşamışızdır: ani bir eyleme yönelten dürtüyü bastırmak. Bu genellikle, eylemin toplumsal açıdan uygunsuz sonuçlar doğurabileceği durumlarda olur; örneğin, profesöre küfür etme isteğini bastırmak. (Bu arada, Tourette sendromu olan bireyler aniden küfürler savururlar. Bu eylemler özgür iradeli sayılmamalıdır. Çünkü böyle eylemlerden önce RP oluşmaz. Ani bir uyarana tepki olarak yapılan hızlı eylemler de RP’ye sahip değildir ve özgür iradeli eylemler değildir.)

Bilinçli iradenin başka varsayımsal bir işlevi de, eylemin nihai olarak gerçekleşebilmesi için gerekli bir “tetikleyici” olarak hizmet etmek olabilirdi. Ancak, veto işlevi için kanıt olduğu gibi, bu “tetikleyici” işlev için hiçbir kanıt yoktur. Ayrıca bu ihtimal başka açılardan da olası görünmemektedir. Örneğin, “otomatikleşmiş” gönüllü eylemler, raporlanabilir bilinçli bir istek olmaksızın da yapılabilir. Bu tür otomatik eylemlerden önce RP, genlik ve süre açısından oldukça küçüktür. Otomatik eylemler açıkça herhangi bir bilinçli tetikleyici olmaksızın tamamlanır.


Bilinçli veto’nun da öncesinde bilinçsiz bir kökeni var mı?

Bu noktada, bilinçli veto’nun da aslında bilinçsiz süreçlerden kaynaklanabileceği olasılığını düşünmek gerekir; tıpkı bilinçli isteğin gelişimi ve ortaya çıkışı gibi. Eğer veto da bilinçsizce başlatılıp geliştirilirse, veto etme seçimi, bilinçli olarak neden olunan bir olay değil, sadece farkına vardığımız bilinçsiz bir seçim olur. Daha önceki bulgularımız, beynin bir şeyin farkındalığını ancak yaklaşık 0,5 saniyelik uygun nöronal aktivasyonlardan sonra “ürettiğini” göstermişti (Libet, 1993; 1996).

Bazı araştırmacılar, bilinçsizce başlatılan bir veto seçiminin bile birey tarafından yapılmış gerçek bir seçim olarak değerlendirilebileceğini ve yine de özgür irade süreci sayılabileceğini öne sürmüştür (örn. Velmans, 1991). Ben bu görüşü kabul edilemez buluyorum. Bu görüşe göre birey, eylemlerini bilinçli olarak kontrol etmezdi; yalnızca bilinçsizce başlatılmış bir seçimin farkına varırdı. Böyle bir durumda, bireyin öncül bilinçsiz süreçler üzerinde doğrudan bilinçli bir kontrolü olmayacaktı.

Oysa özgür irade süreci, kişinin eylemeyi ya da eylememeyi seçmesinden bilinçli olarak sorumlu tutulabilmesini gerektirir. Biz bilinçsizce, bilinçli kontrol imkânı olmaksızın yapılan eylemlerden dolayı insanları sorumlu tutmayız. Örneğin, psikmotor epileptik nöbet sırasında ya da Tourette sendromu gibi durumlarda gerçekleşen eylemler, özgür irade eylemleri sayılmaz. Öyleyse, normal bir bireyin bilinçsizce geliştirilen ve üzerinde hiçbir bilinçli kontrolü bulunmayan bir eylemi neden özgür irade olarak kabul edilsin?

Bilinçsizce gelişen bir süreç üzerinde doğrudan bilinçli kontrolü olmayan normal bir birey tarafından geliştirilen bir süreç, özgür irade eylemi sayılabilir mi?

Ben bunun yerine şunu öne sürüyorum: Bilinçli veto, öncesindeki bilinçsiz süreçleri gerektirmeyebilir ya da onların doğrudan sonucu olmayabilir. Bilinçli veto bir kontrol işlevdir, hareket etme isteğinin farkına varmaktan farklıdır. Herhangi bir zihin-beyin teorisinde — hatta özdeşlik teorisinde bile — belirli nöral etkinliklerin, bilinçli kontrol işlevinin doğasını önceden belirlemesi gerektiğine dair mantıksal bir zorunluluk yoktur. Ve kontrol sürecinin öncül bilinçsiz süreçler olmadan da ortaya çıkabileceği olasılığına karşı hiçbir deneysel kanıt yoktur.

Elbette, veto kararının farkında olmak demek, olayın farkında olmak demektir. Peki, bunu benim önerimle nasıl bağdaştırabiliriz? Belki de farkındalık kavramını yeniden gözden geçirmeliyiz: farkındalığın içeriğiyle ilişkisini ve her ikisini de geliştiren beyin süreçlerini. Önceki çalışmalarımız, farkındalığın kendi başına benzersiz bir olgu olduğunu, farkına varılabilen içeriklerden ayrıldığını göstermişti. Örneğin, bir duyusal uyaranın farkındalığı, somatosensör korteks veya medial lemniscus için benzer sürelerde uyaran trenleri gerektirebilir. Ancak bu iki durumda farkındalığın içeriği farklıdır; duyumların öznel zamanlamalarında değişiklik vardır (Libet ve ark., 1979). Beyindeki bilinçsiz bir zihinsel süreç (örneğin, farkında olmadan bir sinyali doğru şekilde algılamak), içerik olarak sinyalin farkında olmakla aynı olabilir. Ancak bu aynı içeriğin farkındalığına ulaşmak için uyaran süresinin yaklaşık 400 ms daha uzun olması gerekir (Libet ve ark., 1991).

İçsel (endogenous), özgürce gönüllü bir eylemde, harekete geçme niyetinin farkındalığı, beyin süreçleri bilinçsizce süreci başlattıktan yaklaşık 400 ms sonra ortaya çıkar (Libet ve ark., 1983a; Libet, 1985). Burada gelişen farkındalık, tüm iradi sürece uygulanabilir; buna, hareket etme dürtüsünün içeriği ve bilinçli vetoyu etkileyebilecek faktörlerin içeriği de dâhildir. Yani, bir olayın farkındalığını, yalnızca tek bir içerik unsuruna indirgemek gerekmez.

Veto kararının (kontrol) dayandığı faktörlerin bilinçsiz süreçlerle gelişmesi olasılığı dışlanamaz. Ancak, bilinçli veto kararı, bu süreçler tarafından doğrudan belirlenmeden de alınabilir. Yani kişi, önceki beyin süreçlerinin sunduğu programı bilinçli olarak kabul edebilir ya da reddedebilir. Veto kararının farkındalığı, önceki bilinçsiz süreçleri gerektiriyor gibi düşünülebilir; ama bu farkındalığın içeriği (veto etme kararı) aynı gerekliliğe sahip olmak zorunda değildir.


Bulgularımızın Gönüllü Eylemler İçin Genel Önemi Nedir?

Bizim çalıştığımız basit eylem dışında kalan gönüllü eylemlerin de, bilinçsiz beyin süreçleri ile bilinçli hareket isteğinin ortaya çıkışı arasında aynı zaman ilişkilerine sahip olduğunu varsayabilir miyiz? Bilimsel araştırmalarda, teknik nedenlerle bir süreci basit bir sistemde incelemek yaygındır; ardından, basit sistemde keşfedilen temel davranışın, daha karmaşık sistemlerde de geçerli olduğu bulunur. Örneğin, tek bir elektronun yükü Millikan tarafından izole bir sistemde ölçülmüştür; ama bu değer tüm elektronlar için geçerlidir.

Başka araştırmacılar, konuşmaya ya da yazmaya başlamak gibi daha karmaşık iradi eylemlerden önce de hazırlık potansiyellerinin (RP) bulunduğunu ortaya koymuştur; ancak bu eylemleri başlatma isteğinin bilinçli olarak ne zaman ortaya çıktığını incelememişlerdir. Bu nedenle, kendi bulgularımızın genel sonuçlarını düşünmeye izin verebiliriz; fakat gönüllü eylemleri genellemek için yapılan bu tür bir çıkarımın dikkatle yapılması gerektiğini kabul etmeliyiz.

Ayrıca, “düşünme” (deliberation) süreciyle — yani hangi eylemi seçeceğimizi kararlaştırma (örneğin, “şu anda mı yapayım?” gibi önceden planlama) ile — nihai olarak gerçekten “şimdi yap” niyeti arasında da ayrım yapmalıyız. Bir kişi gün boyu bir eylemi düşünüp durabilir ama hiç gerçekleştirmeyebilir; bu durumda ortada gönüllü bir eylem yoktur. Bizim deneylerimizde, bazı denemelerde deneklerin kabaca ön planlama yaptığını (örneğin, bir sonraki saniye içinde eylem yapmayı) gördük. Ancak bu vakalarda bile, deneklerin gerçekten “şimdi eyle” niyetini bilinçli olarak fark etme zamanları yaklaşık –200 ms’deydi. Bu değer, tamamen spontan, ön planlama olmadan yapılan eylemler için de aynıdır. Yani bilinçsiz beyin süreci (RP), daima bilinçli “şimdi yap” niyetinden çok daha önce başlamaktadır.

Bu bulgular, “şimdi yap” niyetiyle ilgili iradi süreç sıralamasının tüm gönüllü eylemlere uygulanabileceğini göstermektedir; ister spontan olsun ister geçmişte bilinçli düşünme süreçlerinden geçmiş olsun.


Özgür İradenin Nasıl İşlediğine Dair Etik Sonuçlar

Bilinçli özgür iradenin rolü, gönüllü bir eylemi başlatmak değil, onun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini kontrol etmek olacaktır. Beyindeki bilinçsiz girişimleri, eylemler için “yüzeye çıkan” kabarcıklar gibi düşünebiliriz. Bilinçli irade, bu girişimlerden hangisinin eyleme dönüşeceğini, hangilerinin veto edilip durdurulacağını seçer.

Özgür irade için bu tür bir rol, aslında dinsel ve etik öğretilerle de uyumludur. Bunlar genellikle “kendini kontrol et” der. On Emir’in çoğu da “yapma” buyruğudur.

Peki bulgularımız, suçluluk ya da günahkârlığın ne zaman oluştuğu sorusuyla nasıl ilişkilidir? Eğer kişi toplumsal olarak kabul edilemez bir eylem dürtüsü hissederse — örneğin, profesöre küfretmek ya da şehvetli bir arzuya kapılmak — bu, dürtü veto edilse ve eylem gerçekleşmese bile günah sayılmalı mıdır? Bazı dinsel sistemler buna “evet” der. ABD Başkanı Jimmy Carter, şehvetli arzular hissettiğini, eyleme geçmese de bu yüzden kendini günahkâr hissettiğini itiraf etmişti.¹ Ama bulgularımıza göre, bu tür dürtüler beyinde bilinçsizce başlar. Dolayısıyla, niyetin bilinçte belirmesi bile bilinçli kontrolümüz altında değildir; yalnızca motor eylemin nihai gerçekleşmesi bilinçli olarak kontrol edilebilir. Bu durumda, bir dini sistem, yalnızca kabul edilemez bir şeyi yapma niyeti ya da dürtüsü hissettiği için kişiyi kınarsa — eylem hiç gerçekleşmese bile — bu kişiyi aşılması mümkün olmayan ahlaki ve psikolojik bir ikilem içine sokar.


¹ Başkan Carter, Dağdaki Vaaz’da geçen şu Hristiyan geleneğine atıfta bulunuyordu:

(İsa şöyle demiştir) “Eskilerden söylendiğini duydunuz: Zina etmeyeceksin. Ama ben size diyorum ki, bir kadına şehvetle bakan, yüreğinde onunla zaten zina etmiştir.” (Matta 5:27–28)

Aslında, kabul edilemez bir dürtüyü günah saymak — eylem gerçekleşmese bile — neredeyse tüm insanları günahkâr yapardı. Bu anlamda, böyle bir görüş “asli günah” için fizyolojik bir temel bile sağlayabilir! Elbette, “asli günah” kavramı, neyin günah sayıldığına dair başka anlayışlara da dayanabilir.

Etik sistemler, bireylerin birbirlerine yönelik davranışlarını veya etkileşimlerini düzenleyen ahlaki kurallar ya da geleneklerle ilgilenir; yani yalnızca dürtüler veya niyetlerle değil, doğrudan eylemlerle ilgilenir. Çünkü ancak bir kişinin motor eylemleri başkasının refahını etkileyebilir. Eylemler bilinçli olarak kontrol edilebildiği için, insanları suçlu ya da sorumlu tutmak meşrudur.


Determinizm ve Özgür İrade

Özgür irade konusunda hâlâ daha derin bir soru vardır: Deneysel olarak başardıklarımız, özgür iradenin nasıl işleyebileceği hakkında bir şeyler söylese de, şunu cevaplamaz: Bilinçli eylemler, tamamen doğa yasaları tarafından mı belirlenir, yoksa bu eylemler bir ölçüde doğa yasalarının belirleniminden bağımsız mıdır?

Bu soruların ilki doğruysa, özgür irade illüzyon olur. Bir kişinin kendi iradesini kullanma bilinçli deneyimi, yalnızca bir yan ürün — beynin etkinliklerinin bir türevi, nedensel gücü olmayan bir epifenomen — sayılır.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, özgür seçimler veya eylemler öngörülemezdir, fakat bu, onların tamamen belirlenmiş olmadığı anlamına gelmez. Heisenberg’in belirsizlik ilkesi, moleküler etkinliklerin tamamını bilmemizi engeller. Kuantum mekaniği, olayların kesinliklerle değil, olasılıklarla tanımlanması gerektiğini söyler. Kaos teorisinde ise, rastlantısal bir olay tüm bir sistemin davranışını tahmin edilemez şekilde değiştirebilir. Ancak, olaylar pratikte öngörülemez olsa bile, yine de doğa yasalarıyla uyumlu olabilirler.


Temel sorumuzu yeniden ifade edelim: Determinist olmayı kabul etmek zorunda mıyız? Yoksa belirlenmezcilik (non-determinism) geçerli bir seçenek midir?

Bu iki alternatif görüş (doğa yasası determinizmi vs. belirlenmezcilik) aslında kanıtlanmamış teorilerdir. Determinizm genel olarak fiziksel, gözlemlenebilir dünya için başarılı olmuştur. Bu yüzden birçok bilim insanı ve filozof, determinizmden herhangi bir sapmayı saçma veya dikkate değmez görmüştür. Fakat determinizmin özgür irade için tek açıklama olduğuna dair ikna edici kanıt ya da deneysel bir bulgu yoktur.

Fiziksel fenomenlerle öznel fenomenler arasında hâlâ açıklanamayan bir boşluk vardır. Leibniz’in çok önceden işaret ettiği gibi, eğer bir insanın beynine tüm fiziksel yapısı ve sinir hücresi etkinlikleriyle bakılsaydı, orada öznel deneyimi tarif eden hiçbir şey görülmezdi.

Bilincin fizyolojisi üzerine bizim deneysel çalışmalarımızın temeli (1950’lerin sonlarından itibaren), dışarıdan gözlemlenebilen beyin süreçlerinin ve onlarla birlikte raporlanabilir öznel deneyimlerin aynı anda, bağımsız kategoriler olarak incelenmesi gerektiği fikriydi. Ancak bu şekilde aralarındaki ilişki anlaşılabilirdi. Fiziksel dünyanın determinist doğasının, öznel özgür iradeyi tamamen kapsadığı varsayımı doğru olmayabilir.

(Doğru olduğu ölçüde) fiziksel dünyanın determinist doğası, öznel bilinç işlevlerini ve olaylarını açıklayabilir; ama bu, bilimsel olarak kanıtlanmış bir önerme değil, spekülatif bir inançtır.

Belirlenmezcilik (non-determinism) — yani bilinçli iradenin, bilinen fizik yasalarıyla tam uyumlu olmayan etkilerde bulunabileceği görüşü — de yine kanıtlanmamış spekülatif bir inançtır. Bilincin, bilinen fizik yasalarını ihlal ederek beyin işlevini etkileyebileceği görüşü iki biçimde karşımıza çıkar:

  1. İhlallerin algılanamaz olduğu, çünkü zihinsel süreçlerin kuantum mekaniğinin izin verdiği belirsizlik sınırının altında işlediği söylenir. (Bu gerçekten böyle midir, çözülmesi gereken bir meseledir.) Bu görüş, fizik yasalarının gözlemlenebilir ihlali olmaksızın belirlenmezci bir özgür iradeye olanak tanır.
  2. Fizik yasalarının ihlalinin ilke olarak algılanabilir olduğu, fakat pratikte algılanmasının imkânsız olabileceği söylenir. Bu özellikle doğru olurdu, eğer bilinç, beynin çok düşük seviyelerde yeni hücresel aktivite kalıplarını harekete geçirecek şekilde, nispeten az sayıda nöron üzerinde etkisini gösterebilirse.

Her durumda, determinizm mi yoksa belirlenmezcilik mi özgür iradenin doğasını açıklıyor sorusuna bilimsel bir yanıtımız yok.


Bununla birlikte, neredeyse evrensel olan şu deneyimi göz ardı edemeyiz: Bizler, bazı eylemlerimizde özgür, bağımsız seçimler yapabiliyoruz. Bu deneyim, bilinçli zihinsel süreçlerin beyin süreçlerini nedensel olarak etkileyebileceğine dair doğrudan bir kanıttır (Libet, 1994). Deneysel bir bilim insanı olarak bu, determinizmin kabul edilmesini daha da zorlaştırıyor.

Öznel gerçek şudur: Çoğumuz, en azından bazı eylemlerimizde ve belirli zaman aralıklarında özgür iradeye sahip olduğumuzu hissediyoruz. Bu derin, sezgisel inanç, insan doğamızla ilgili görüşler için temel bir dayanak oluşturur. Bu yüzden, sahte bilimsel varsayımlara dayalı sonuçlara kolayca inanmamalıyız. Özgür iradeyi yanılsama olarak yorumlayan bir teori, özgür iradeyi gerçek bir olgu olarak kabul eden bir teoriden daha az ikna edicidir.

Bu kadar temel bir meselede — “biz kimiz” sorusuna dair — illüzyon iddiası ancak doğrudan kanıtla desteklenmelidir. Böyle bir kanıt mevcut değildir; determinizm yanlıları da kendi teorilerini kesin olarak test edecek bir deneysel tasarım öne sürmemiştir. Ben bizzat, bilincin nöronal bağlantılar olmadan beyin hücre etkinliklerini etkileyip etkilemediğini sınayacak zor ama uygulanabilir bir deney tasarımı önermiştim (Libet, 1994). Ne yazık ki bu deney gerçekleştirilmedi. Eğer yapılsaydı ve bu öngörüyü doğrulasaydı, zihin-beyin ilişkisine dair görüşlerimizde radikal bir dönüşüm olurdu.


Benim özgür irade hakkındaki sonucum şudur: Belirlenmezci anlamda gerçekten özgür bir iradenin varlığı, en azından, determinizmin onu reddetmesinden daha iyi bir bilimsel seçenek olarak görülmelidir. Hem determinizmin hem de belirlenmezciliğin spekülatif doğası göz önüne alındığında, neden özgür iradeye sahip olduğumuz görüşünü benimsemeyelim? (Ta ki çelişkili gerçek kanıt ortaya çıkana kadar — eğer bir gün çıkarsa.)

Böyle bir görüş, en azından kendi derin özgür irade deneyimimizi kabul etmemizi sağlar. Kendimizi, yalnızca makine gibi davranan varlıklar olarak görmemize gerek kalmaz.

Bu kadar katı şekilde fizik yasalarınca belirlenmiş bir görüş, nörobiyolog Roger Sperry tarafından da savunulmuştur (bkz. Doty, 1998).

O hâlde, büyük romancı Isaac Bashevis Singer’dan yaptığım bir alıntıyla bitiriyorum; bu, yukarıda tartıştığım görüşlerle de ilişkilidir. Singer, özgür iradeye sahip olduğumuza dair güçlü inancını dile getirmişti. 1968’deki bir röportajında şunu söylemişti:

“İnsanlığın aldığı en büyük armağan özgür seçimdir. Doğrudur, özgür seçimi kullanma biçimimiz sınırlıdır. Ama elimizdeki küçük özgür seçim imkânı bile öylesine büyük bir armağandır ki, yalnızca bu bile yaşamı yaşamaya değer kılar.”

Düşünen Şey Analizi

Benjamin Libet’in deneyleri, insanın özgürlük anlayışına radikal bir müdahale gibiydi. Deneklerin bir parmağını oynatmaya karar vermelerinden yüzlerce milisaniye önce, beyinlerinde “hazırlık potansiyeli” adı verilen bir elektriksel süreç başlıyordu. Yani beyin, biz daha “istiyorum” demeden çok önce harekete geçiyordu.

Analiz: Bilimin Gösterdiği Çatlak

Bu bulgu, özgür iradeyi illüzyon olarak gören determinizmin lehine görünür. Çünkü eğer beyin kararı önceden alıyorsa, bilinçli irade yalnızca olup biteni seyreden bir “epifenomen” midir? Libet bu noktada keskin bir nihilizme kapılmadı. Ona göre bilinç, eylemi başlatmasa da durdurabilir. Bu yüzden özgürlük, yaratıcı bir kıvılcım değil; daha çok son sözü söyleyen bir hakem, bir “veto yetkisi”dir.

Yorum: Veto Olarak Özgürlük

Özgürlüğün bu yorumu bizi rahatsız edebilir. Çünkü kendimizi başlatıcı, kurucu, mutlak seçen olarak hayal etmeye alışkınız. Ama belki de insanı ahlaki bir varlık yapan şey tam da bu son söz hakkıdır. “İçimizdeki dürtüleri” seçmeyiz; onlar gelir. Fakat onlara “evet” mi diyeceğiz, yoksa “hayır” mı diyeceğiz — işte sorumluluk orada doğar.

Derin Çatışma: Determinizm ve Deneyim

Bu noktada felsefe bilimin önüne geçer. Çünkü determinizm bize “özgür değilsin” derken, fenomenal deneyimimiz bunun tersini haykırır. İnsan kendini özgür hisseder. Ve bu duygu, ne kadar yanılsama dense de, varlığımızın merkezindedir. Eğer özgürlük yalnızca bir hayalse bile, bu hayali kurabilen bir varlık olmak zaten bizi özgür kılmaz mı?

Yaşamı Anlamlı Kılan Aralık

Belki özgür irade sınırsız değildir; belki o, yalnızca 200 milisaniyelik bir penceredir. Ama bütün ahlaki yük, bütün sorumluluk ve bütün anlam, tam da o daracık pencerede gizlidir.

Düşünen Şey

Düşünen Şey

Düşünen Şey bir felsefe oluşumudur.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Bilim

Felsefe Bilim Tarafından Öldürüldü Mü?

Bilimin felsefeyi “öldürdüğü” iddiası sıkça dile getirilen, fakat çoğunlukla aceleyle kurulmuş bir önermedir. Çünkü bilim adamlarının bilimi bu şekilde uygulamak için her zaman nedenleri