Felsefe Bilim Tarafından Öldürüldü Mü?

Bilimin felsefeyi “öldürdüğü” iddiası sıkça dile getirilen, fakat çoğunlukla aceleyle kurulmuş bir önermedir. Çünkü bilim adamlarının bilimi bu şekilde uygulamak için her zaman nedenleri vardır ve bu nedenler kaçınılmaz olarak felsefidir. “Kapa çeneni ve hesapla” diyenler bile, aslında bilimin nasıl yapılması gerektiğine dair normatif bir iddiada bulunmaktadırlar; yani açıkça farkında olmasalar da felsefi varsayımların içine gömülüdürler.

Dolayısıyla bilim ile felsefe arasında keskin bir ayrım çizmek mümkün değildir. Araştırmanın “n-uzayı”nda yalnızca bilişler, yani farklı yöntemlerle elde edilen bilgi biçimleri vardır; akademinin bölümlere ayrılmış kurumsal yapıları değil. Bu nedenle, felsefe ile bilimin birbirine karşıt değil, farklı düzlemlerde birbirini tamamlayan faaliyetler olduğunu kabul etmek gerekir.

Teorik Fizik: Felsefe, Matematik ve Bilgisayar Biliminin Buluşma Noktası

Örneğin teorik fiziği ele alalım. Teorik fizik, doğayı modelleme çabasında felsefe ile matematiği (ve günümüzde bilgisayar bilimini) bir araya getirmektedir.

  • Felsefe boyutu: dalga, alan, parçacık, atom, sistem, durum, spin, etkileşim, ölçüm, enerji, momentum, kuvvet, kütle, zaman, uzay, kara delik, kozmos ve ışık gibi soyut kavramların inşasıdır. Bunlar, doğayı anlamak için gerekli olan felsefi kategorilerdir.
  • Matematik (ve bilgisayar bilimi) boyutu: bu felsefi kavramları temsil eden matematiksel yapılar inşa etmektir. Kimi zaman mevcut matematiksel araçlar kullanılır, kimi zaman yeni matematiksel kavramlar icat edilir. Bilgi teorisi ve hesaplamalı yöntemler de bu temsil sürecine eşlik eder.

Dolayısıyla teorik fizik, doğrudan felsefi kavramların ortaya konulmasıyla başlar, matematiksel modellere ve bilgisayar tabanlı simülasyonlara doğru ilerler.

Einstein Örneği: Felsefenin Bilime Katkısı

Albert Einstein’ın kendi sözleri bu ilişkinin en güçlü kanıtlarından biridir. 1949 tarihli otobiyografik notlarında Einstein, ışığın göreli hızına ilişkin paradoksun tatmin edici bir şekilde çözülemeyeceğini; çünkü bu girişimlerin bilinçaltında mutlak zaman fikrine ve eşzamanlılık aksiyomuna dayandığını belirtir. Ona göre, bu aksiyomun keyfi karakterini fark etmek, çözümün temelini atmıştır.

Einstein bu noktada özellikle David Hume ve Ernst Mach’ın felsefi yazılarının kendisine ilham verdiğini söyler. Yani özel görelilik kuramına giden akıl yürütme hattı, doğrudan felsefi sorgulamanın ürünüdür. Bu örnek, bilimin büyük devrimlerinin ardında felsefi düşüncenin oynadığı rolü açıkça göstermektedir.

Pozitivizm ve Felsefenin “Ölümü”

Felsefenin öldüğünü savunanlar çoğunlukla metodolojik pozitivizmi benimsemiş fizikçilerdir. Bu yaklaşım, bilimin yalnızca gözleme dayalı ve matematiksel olarak test edilebilir olgularla uğraşması gerektiğini, felsefi soruların ise gereksiz olduğunu ileri sürer. Oysa pozitivizmin kendisi de başlı başına bir felsefi pozisyondur.

Tarihsel olarak baktığımızda, 1800’lerin başında “bilim” kavramının doğa felsefesinden ayrılması tesadüfi değildir. O döneme kadar yapılan şey, doğanın felsefi bir incelemesiydi: “doğa felsefesi.” 19. yüzyılda ise deneysel yöntemlerin, ölçüm tekniklerinin ve matematiksel araçların hızla gelişmesi, doğa felsefesini farklı bir tarzda yürütmeye zorladı. Bu farklılık, “science” kelimesinin ayrı bir kavram olarak öne çıkmasına yol açtı. Ancak bu ayrım, bilimin felsefeden kopuşunu değil, felsefenin içinden yeni bir dalın doğuşunu ifade etmektedir.

Bilimin Felsefi Varsayımları

Bugün bile bilim insanlarının çoğu, farkında olmadan birtakım felsefi pozisyonları kabul eder:

  • Doğa yasalarının varlığına ve evrenselliğine inanırlar.
  • Bu yasaların farklı ölçeklerde ve koşullarda geçerliliğini varsayarlar.
  • Doğanın, ölçümler ve modeller aracılığıyla kavranabileceğini kabul ederler.

Tüm bu varsayımlar, deneysel verilerden türetilmiş zorunlu sonuçlar değil, bilimin üzerine kurulduğu felsefi önkabullerdir. “Otorite doğadır” mottosu bile, aslında bir felsefi iddiadır.


Sonuç

Felsefenin bilim tarafından öldürüldüğünü iddia etmek, hem tarihsel hem metodolojik açıdan hatalıdır. Bilim, felsefenin eleştirel ve kavramsal zemini olmadan işleyemez. Bilimsel yöntemlerin kendisi, felsefi normlar tarafından biçimlendirilmiştir. Einstein örneği bunun en güçlü kanıtlarından biridir.

Bugün akademinin yapay sınırları içinde felsefe ve bilim ayrı disiplinler gibi görünebilir. Oysa hakikate yaklaşma çabasının “n-uzayı”nda, yalnızca farklı biliş kipleri vardır. Bilim, felsefenin eleştirel bakışına her zaman muhtaçtır; felsefe ise bilimin sunduğu veriler ve araçlarla kendini yeniler.

Bu nedenle, felsefe ne bilim tarafından öldürülebilir ne de bilim felsefeden bağımsız var olabilir. İkisi, insanın dünyayı anlama çabasının ayrılmaz yüzleridir.

Düşünen Şey

Düşünen Şey

Düşünen Şey bir felsefe oluşumudur.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Bilim

Özgür İradeye Sahip Miyiz?

Yazar: Benjamin Libet Çeviren: Düşünen Şey Bu soruya deneysel bir yaklaşımla yaklaştım. Özgürce gönüllü eylemler, eylemden 550 milisaniye önce başlayan belirli bir elektriksel değişimle