Dilin Sınırlarında Bir Mantıkçı: Ludwig Wittgenstein’ın Felsefesi

Yirminci yüzyıl felsefesinin en etkili ve aynı zamanda en esrarengiz figürlerinden biri olan Ludwig Wittgenstein, düşünce dünyasında iki büyük ve belirgin dönemle anılır. Genellikle ilk döneminin eseri Tractatus Logico-Philosophicus ile ikinci döneminin eseri Felsefi Soruşturmalar arasında radikal bir kopuş olduğu düşünülür. Ancak bu iki anıtsal eser, yüzeydeki farklılıklarına rağmen, aslında tek ve tutarlı bir felsefi projenin, yani dilin ve düşüncenin mantıksal yapısını aydınlatma çabasının farklı aşamalarını temsil eder. Wittgenstein’ın felsefesi, özünde, başından sonuna kadar mantık üzerine kurulu bir araştırmadır. O, felsefenin temel görevinin yeni doktrinler üretmek değil, düşünceleri mantıksal olarak berraklaştırmak olduğuna inanıyordu.

İlk Dönem: Mantığın Kristal Yapısı

Wittgenstein’ın ilk dönem felsefesi, felsefi sorunların temelinde dilin mantığını yanlış anlamanın yattığı varsayımına dayanır. Ona göre felsefe, bir dizi “felsefi önerme” sunan bir öğreti değil, felsefi bir faaliyettir. Bu faaliyetin amacı, düşünceleri mantıksal olarak aydınlatmak ve önermelerin netleşmesini sağlamaktır. “Söylenmeye meyilli olduğumuz şey” felsefenin kendisi değil, onun ham maddesidir.

Bu dönemde Wittgenstein, günlük dilin insan organizması kadar karmaşık olduğunu ve bu dilin yüzey yapısına bakarak altındaki mantıksal yapıyı hemen kavramanın mümkün olmadığını savunur. Felsefenin görevi, bu görünüşteki karmaşanın ardındaki derin, mantıksal yapıyı ortaya çıkarmaktır. Ona göre, felsefi kafa karışıklıkları, dilin yüzeydeki “gramerinin” bizi yanıltmasıyla ortaya çıkar. Bu nedenle, mantıksal analizin amacı, bu yanılsamaları ortadan kaldıracak ve düşüncenin gerçek yapısını gösterecek araçlar geliştirmektir.

Bu aydınlatma faaliyeti için Wittgenstein, yeni mantıksal gösterim sistemleri üzerinde çalışmıştır. Örneğin, geliştirdiği diyagramatik gösterim, önermelerin doğruluk-işlevsel özelliklerini “sadece bakarak” anlamamızı sağlayacak şekilde tasarlanmıştır. Bu tür araçların amacı, “mantıksal nesneler” veya “mantıksal sabitler” gibi tartışmalı felsefi varlıklar yaratmadan, düşüncenin yapısını en saf haliyle ortaya koymaktır. Mantıksal bir gösterim sistemi kurmak, Wittgenstein için zaten felsefi bir aydınlatma eylemidir. Tüm bu çaba, dilin mantıksal yapısını kusursuz bir şekilde yansıtan, adeta kristal berraklığında bir dünya resmi çizebilme arayışıdır.

İkinci Dönem: Mantığın Canlı Dokusu ve Dil Oyunları

Yaygın kanının aksine, Wittgenstein Felsefi Soruşturmalar döneminde mantıktan vazgeçmemiştir; tam tersine, mantığa olan ilgisini daha da derinleştirmiş ve yaklaşımını kökten değiştirmiştir. Artık “dilin mantığı” yerine sık sık “dilin grameri” terimini kullanmaya başlasa da, araştırma nesnesi temelde aynı kalmıştır: dilin nasıl işlediği. Bu dönemdeki temel uyarısı, mantığı yüceltme ve onu günlük dilin uyması gereken ideal bir sistem olarak görme eğilimine karşıdır. Ona göre, formel mantık sistemleri dilin bir parçasıdır, ancak tüm dilin mantığını kapsamazlar ve ondan daha “mükemmel” değillerdir.

Bu yeni yaklaşımın merkezinde, Wittgenstein’ın en ünlü kavramı olan dil oyunları yer alır. Dil oyunları, basit ve ilkel dil kullanımlarını inceleyerek kelimelerin amacını ve işleyişini net bir şekilde görmemizi sağlayan bir yöntemdir. Wittgenstein’a göre bu oyunlar, gelecekteki bir dil düzenlemesi için yapılan ön çalışmalar veya ilk yaklaşımlar değildir. Aksine, onlar kendi başlarına birer karşılaştırma nesnesi olarak dururlar ve bizim karmaşık dilimizin özelliklerini benzerlikler ve farklılıklar yoluyla aydınlatmayı amaçlarlar.

Dil oyunları, Wittgenstein’ın yeni felsefi mantığının temelini oluşturur ve üç temel özelliğe sahiptir:

1. Basit ve Açık Olmaları: Dil oyunları, karmaşık dilsel olguları analiz etmek için kullanılan, çocukların ana dillerini öğrendikleri oyunlara benzeyen “ilkel” modellerdir. Bu basitlik, işlevlerin net bir şekilde görülmesini sağlar.

2. Bütünsel Olmaları: Bir dil oyunu sadece kelimelerden ibaret değildir; dilin içine dokunduğu faaliyetlerin tamamını, yani bir “yaşam biçimini” kapsar. Tıpkı modal mantıktaki “mümkün dünyalar” gibi, bir dil oyunu da kendi içinde tutarlı ve eksiksiz bir model olarak sunulur.

3. Karşılaştırma Nesnesi Olarak İşlev Görmeleri: Dil oyunları, dilimizin bir soyutlaması veya formel bir eşdeğeri olarak tasarlanmamıştır. Onların gücü, bizim dilimizden bilinçli olarak farklı olmalarından gelir. Bu farklılık, karşılaştırma yoluyla dilimizin gözden kaçan yönlerini fark etmemizi sağlar.

Örneğin, Soruşturmalar‘da sunulan ünlü “inşaatçılar” dil oyunu, “kelimeler nesneleri temsil eder” şeklindeki yaygın düşünceyi analiz etmek için kullanılır. Wittgenstein, bu düşüncenin doğru olduğu basit bir dil modeli kurar ve sonra bu modeli bizim karmaşık dil kullanımımızla karşılaştırır. Bu sayede, o basit cümlenin gerçekte ne anlama gelebileceği ve nerede yetersiz kaldığı konusunda derin bir mantıksal berraklık elde ederiz.

Sonuç: Felsefe Olarak Mantık Sanatı

Wittgenstein’ın felsefi yolculuğu, mantığın rolünü ve doğasını anlama üzerine kurulu kesintisiz bir arayıştır. İlk döneminde dilin altında yatan evrensel ve değişmez mantıksal yapıyı ararken, ikinci döneminde mantığın tek bir formda değil, sayısız “oyun” ve “yaşam biçimi” içinde var olduğunu fark etmiştir.

Onun için felsefi sorunları çözmek, yeni teoriler üretmekle değil, bu sorunları doğuran mantıksal karışıklıkları gidermekle mümkündür. Bu nedenle, felsefi mantık araçları geliştirmek ve bu araçları uygulamak birbirinden ayrılamaz. Dil oyunları yöntemiyle Wittgenstein, okuyucusuna sadece yeni bir mantık sistemi sunmaz; ona felsefi bir mantıkçı olma sanatını öğretmeye çalışır. Bu sanat, düşüncemizin düğümlerini çözmek için kendi aydınlatıcı araçlarımızı tasarlama ve kullanma becerisidir. Sonuç olarak Wittgenstein, mantığın sadece formel sistemlerden ibaret olmadığını, aynı zamanda dilin canlı, dinamik ve karmaşık dokusunun ta kendisi olduğunu göstererek felsefe, dil ve mantık arasındaki ilişkiyi sonsuza dek değiştirmiştir.

Düşünen Şey

Düşünen Şey

Düşünen Şey bir felsefe oluşumudur.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Felsefe Tarihi

Descartes’tan Postmodernizme Bireyin Yeniden İnşası

🖋 Lyotard’ in söylemiyle üst değerlerin( Örneğin ahlak sistemleri) yıkılması anlamına gelen Postmodern durum, genellikle Alman İdealizminde Friedrich Wilhelm Nietzsche ile; Fransız Felsefesinde ise Henri Bergson ile özdeşleştirildiğini görürüz. 🖋 Ancak söyleyebiliriz ki, bireyin merkeze